"Bir kadın entelektüele futbolu sevdiğinizi itiraf edin, anında kadınlarin erkeklerle ilgili düsüncelerini yansıtan donmuş bakışlarla karşılaşırsınız." Nick Hornby

18 Kasım 2013 Pazartesi

Stadyum İnşaatında İlk Uyarı

Bu yazıyı 2013 Temmuz'da yeni stadyum inşaatında "arkeolojik bulgu" haberleri sonrasında FutbolBurada'ya yazmıştım. Arşiv olarak buraya da ekleyelim.
Bilindiği üzere İnönü Stadyumu’nun yıkımına Yeni Açık tribünden başlandı ve yarınki Iron Maiden konserinden sonra da yıkım hızlanacak gibi görünüyor. Son günlerde ise Radikal gazetesinin bir haberi üzerine 3 Nolu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu bir inceleme başlattı ve bugün aldıkları karar neticesinde bulunan varlığın inşaatın durmasını gerektirecek bir sebep olmadığına karar verdi.

Paydaş sayısının oldukça fazla olması ve futbol gibi bir popüler kültürün enstrümanı olması sebebiyle sürekli gündemde kalacak olan bu Proje’nin arkeolojik risklerine karşı sınırlı tecrübemle bir kaç tespit ve düzeltme yapmak isterim. Detaylara geçmeden önce belirtmek isterim ki arsanın değeri ve konuyla ilgili bilgi kirliliği sebebiyle konuyla ilgili komplo teorisi üretmek çocuk oyuncağı ve halihazırda birkaç tane üretmiş durumdayım. Yazacağım bu yazıda bunların tamamını yoksayacağım.

Günümüze kadar yaşananlar

Yıldırım Demirören zamanında her Mayıs ayında vurulan kazmayı yoksaydığımızda konuya ilişkin ilk verimiz 26 Şubat tarihli Radikal gazetesi haberi. Haberi yapan arkadaş mide bulandırsa da anladığımız kadarıyla İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü tarafından jeoradar yöntemiyle bir arkeojeofizik çalışması gerçekleştirilmiş ve İnönü Stadyumu’nun tabiri caizse bir yeraltı fotoğrafı çekilmiş. (Bu noktada belirtmek gerekir ki arkeojeofizik çalışmalar yer altındaki muhtemel yapı ve varlıklar hakkında bir fikir verse de asla herşeyi göstermez. Marmaray projesi kazılarında ortaya çıkan tarihi liman ve gemiler buna en güzel örnektir. ) Haberin dili ve niyetinden şüphe duyduğumdan oradaki detaylar beni çok ilgilendirmiyor. Ama şunu söyleyebiliriz ki eğer yapılan çalışma sonucu bir takım yapı ve varlıklar bulunduysa Beşiktaş yönetimi (dolayısıyla tasarımcı ve müteahhit firma) bundan detaylarıyla haberdardır. Dolayısıyla stat tasarımı ve inşaat metotları bu çalışma dikkate alınarak planlanacak ve gerçekleştirilecektir. Zaten konu haberde bahsi geçen su kanallarının kapatılması ve Dolmabahçe Sarayı’nın zarar görmesi riskini kimsenin alabileceğini de sanmıyorum.

Geçen sürede gerekli prosedürler tamamlandı ve Proje 7 Mayıs tarihinde 3 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylandı. Koruma kurulları bu tip Projelerle ilgili kararlarında onay verirken genelde bir takım şartlarla onaylarlar. Karar metnine maalesef ulaşamadım. Ama haberden anladığımız kadarıyla şartlardan bir tanesi - ki bu çok genel bir şarttır – muhtemel bir kültür varlığına rastlanıldığında inşaatın durdurulup kurulun haberdar edilmesi. Bunun haricindeki şartlarla ilgili bilgisi olan paylaşırsa sevinirim.

Bu noktada koruma kurullarından bahsetmek gerekiyor herhalde biraz. İşbu kurumlar genelde eski-yeni akademisyenlerden oluşuyor. Önceki durumları çok bilmem ama son senelerde siyasetin baskısını üzerlerinde fazlasıyla hissediyorlar. Verdikleri bir karar sebebiyle bir sene içerisinde üyelerinin çoğu değişen kurul gördüm diyeyim siz anlayın. Bunun yanında bütçeleri sınırlı olduğu için yapacakları tarama çalışmalarında müteahhit firmaları fazlasıyla kullanmaya çalışırlar, zorluk çıkarırlar. Bu sebeple stat inşaatı sırasında yönetimin hükümetle olan ilişkilerinin en iyi ihtimalle olumsuz olmaması gerekiyor ki Fikret Orman’ın da benzer bir strateji geliştirdiğini ve uyguladığını düşünüyorum.

Şu ana kadar Proje’nin mimari konsept tasarımı haricinde herhangi birşey göremediğimizden mimari ve yapı tasarımını kimin yaptığını ve hangi aşamada olunduğunu bilemiyorum. Stat yıkımı ve zeminin 8 metre alta indirileceği kazı sürecinde bu çalışmalar tamamlanabilir diye düşünüyorum.

İlk Şok: Tonoz

23 Temmuz’da Yeni Açık tribünün yıkım işleri esnasında Radikal haberinde de belirtildiği üzere tarihi kalıntı olması muhtemel birşey bulundu ve sorumlu koruma kurulu kararına uygun şekilde müze onaylı arkeolog gelerek ilgili kaydı tuttu. Bu süreçte inşaat durduruldu. Bugün ise kurul çalışmaların devamına engel bir durum olmadığını belirterek bir bakıma konuyu geçici süre kapattı.

Arada geçen 3-4 günde habere olan en büyük itiraz, daha önceki Radikal haberleri de düşünülerek haberin kötü niyetle hazırlanmış olması iddiasıydı. Haberin abartılı bir dille yazıldığı iddiasına katılmakla birlikte stat projesine özel bir kötü niyet olduğunu düşünmüyorum. Kültürel mirasa ilişkin diğer haberlere ve köşe yazılarına dikkat ederseniz benzer bir jargon ve abartılı dil bulabilirsiniz. Meslek odaları da benzer şekilde bu tip bir dil kullanır. Genel anlayış maalesef bu şekilde yerleşmiştir. Özellikle koruma-gelişim (conservation-development) tartışmalarında özellikle ülkemizde iki taraf da düzlem üzerinde uç noktalarda yer almakta müzakere ederek rasyonel çözümler bulma konusunda sıkıntılar yaşamaktadırlar. Başka bir deyişle bu muhabir arkadaşlar eğer ılımlı ve sakin dille yazarlarsa ne müteahhitlerin, ne ilgili kurulların ne de konuya ilişkin ortalama hassasiyeti düşük olan halkın kendilerini ciddiye almayacaklarını düşünürler. Ki bu konuda kısmen de haklıdırlar. Fakat gözden kaçırdıkları bir nokta var. Bugüne kadar hep kamu kuruluşları ve özel inşaat firmaları aleyhinde biraz da abartılı haber yaptıkları için karşılarında bu kadar geniş bir halk kitlesi bulmadılar ve genelde desteklendiler. Yapılan stadın ticari bir değeri olsa da aslında bu değerin halka ait olacağını anlamaları gerekiyor. Dolayısıyla genelin aksine bu abartılı dillerini değiştirmeleri gerekiyor.

Önümüzdeki 1-2 sene süresince bu haberler engellenemeyeceğine göre ne yapmak lazım? Önce şu konuyu açıklığa kavuşturalım. Stadın inşaatı sırasında bulunacak bir tarihi kalıntı veya yapı, bir ihtimal inşaatın tamamlanma süresini uzatabilecekse de “Stat burada yapılamaz” anlamı taşımamaktadır. Marmaray Projesi’nin Yenikapı terminali inşaatında İstanbul tarihini 8 yy. geri götüren tarihi bir liman bulmalarına rağmen çıkarılan kalıntılar müzenin belirlediği noktalara alınarak terminaller yapılabilmiştir. Ki Marmaray Projesi kazısı dünyadaki en geniş çaplı arkeolojik kazılardan bir tanesidir. Özetle inşaat sırasında bulunabilecek bir kalıntı sonrası hemen telaş yapmaya gerek yok. Çok büyük ihtimalle inşaat yakın zamanda yavaşlayarak da olsa devam edecektir. İnşaatın durdurulması ancak taşınamaz ölçüde bir yapı veya kalıntının ortaya çıkmasıdır ki bu tip sabit ve büyük bir yapının var olması ve arkeojeofizik raporda görünmemesini ben pek mümkün görmüyorum.

Bunun yanında Beşiktaş’ın bu senesini düşünürsek lig başlayınca bu konunun basın karşısında çok ciddi bir zayıf nokta olabileceğini düşünüyorum. Tribünlerin yıkım sürecinde bile yazılan felaket senaryolarını düşündüğümüzde yapılacak 8 metrelik kazıda yapılacak asparagas haberlere hazırlıklı olmak, sağa sola saldırmak yerine doğru bilgiyi talep etmek gerekiyor. Yönetimin de bu süreçte taraftarına tamamen şeffaf olamasa bile gerekli bilgiyi doğru zamanda infial yaratmadan ilk ağızdan anlatması, bu konuda bir iletişim stratejisi belirlemesi elzem görünüyor.

Özetle çok ince bir çizgide yürüyecek Beşiktaş stat inşaatı süresince. Ne yönetimin ne de taraftarın bu süreçte hata yapma lüksü yok. Bir olup yürümek lazım yeni stada. İnşaat daha yeni başladı ve önümüzde uzun bir yol var. Hakkımızda hayırlısı.

14 Ekim 2012 Pazar

Hayaletler Lazim Bu Oyuna

Çok fena tembelim. Her hafta spor notlarımı bu bloga yazayım diyorum ama kısmet olmuyor. Şimdi Yenilsen de Yensen de'nin son bölümünü izledim ve yapılan beyin fırtınası verileriyle kafamdan daha önce geçenleri şuraya not alayım dedim.

"Hayalet Yazar" (Ghost Writer) mesleğinin farkına 2010 yapımı The Ghost Writer filmiyle vardım. Özetle ünlü bir kişi herhangi bir konuda kitap yazacaksa o kitabın yazımına belli ölçülerde katkıda bulunan ve o yazılanı okunur hale getiren kişiymiş hayalet yazar. Bu yazarların isimleri büyük çoğunlukla saklı tutulur ve kitabın herhangi bir yerinde yer almazmış. Bu sebeple de bu kişiler maddi açıdan tatmin edici ücretler alırlarmış.

Bu noktadan ülkemiz futboluna gelirsek, bizim ülke futbolunda en çok rahatsızlık duyduğumuz ve başarısızlık sebebi olarak gösterdiğimiz konu bu işin futbolla ilgisiz adamlar tarafından yönetiliyor olması. Bu kişiler bu işleri tabi ki kendi bilinirliklerini artırmak ve bazı iş bağlantıları sağlamak amacıyla "gönüllü" olarak yapıyorlar. Televizyonlarda her gün açıklamalar yapıyorlar, transfer sezonlarında oyuncuların yanındaki koltukları kapmak için kavgalar ediyorlar, sahaya girip kupa bile kaldırıyorlar. Tüm bunları yaparken de çoğunlukla bilgisizliklerinden bazen öncelik farklılıklarından sayısız hatalar yapıyorlar. Kusura bakmayın ama bu kişilerin futboldan uzak olmasını dilemek günümüz ülke konjonktüründe sadece iyi niyet göstergesi ve biraz da romantiklik olur bence. E o zaman bir çözüm lazım bu duruma, değil mi?

Tam bu noktada kişilerin hatalarını minimize edecek, onların tercihlerini kırmızı-mavi hap düzeyine kadar indirgeyerek işlerini kolaylaştıracak, bir nevi hamallığını yapacak ve en kritik nokta olarak her zaman gölgede kalacak uzmanlaşmış hayalet profesyonellerin var olması aklıma gelen uygun bir yol.

TFF Başkanı'nın bir "hayalet başkanı" olabilir mesela. Kendisine A Milli Takım antrenörünün bir yandan tüm ülke futbol sistemini oluştururken bir yandan da A takımı yönetmesinin yaratacağı riskleri açıklayabilir. A takım kötü giderse o antrenörü bu ülkede maalesef takımın başında tutamayacağını ve yapılan o tüm uzun vadeli planların antrenörün gidişiyle birlikte rafa kalkacağını, en iyi ihtimalle sekteye uğrayacağını anlatabilir. Ona doğru bir ülke altyapı sisteminin nasıl kurulacağını dünyadan örnekleri raporlayarak anlatabilir. Fransa'daki Clairefontaine gibi kulüplerden bağımsız olan futbol akademilerini ve İngiltere'deki kulüp bazlı altyapı sistemlerini kıyaslamalı raporlayabilir gerçek başkana seçmesi için.

Kulüplerin futbol komitesi başkanlarının "hayalet başkanı" olabilir mesela. Günümüzde futbolcu temsilcileri gibi kendi oyuncularını pazarlamak yerine bir scout ağının kurulabileceğini ve bu şekilde orta ve uzun vadede transfer hatalarının minimize edileceğini anlatabilir. Kısa vadede ise teknik direktörün de görüşleriyle istenen oyuncularla ilgili detaylı teknik ve mali analizler yapabilir, oyuncuların bağlı olduğu kulüplerin durumları ve oyuncuyla olan ilişkilerini raporlayabilir ve sonunda futbol komitesi başkanı için bu konuyu "tatilde ibiza mı yoksa mykanos mu daha güzel olur" basitliğine indirebilir bu hayalet başkan.

Örnekleri çoğaltabiliriz. Tüm bu örneklerin sonuçlarında hayaletler gölgede kalırken, "gerçek" başkanlar kupaları kaldırır, egolarını tatmin eder, reklamlarını yapar, var oldukları pozisyonların tadını çıkarır ve aynı zamanda başarıya daha fazla yaklaşırlar. Diğer taraftan hayaletler de iyi bir gelir sahibi olur ve kendi içlerinde yaptıklarının tatminini yaşarlar.

Hayaletler hep korkutucu olarak anlatılır filmlerde, ama futbolumuz hayaletler olmadan sanki daha fazla korkutucu özellikle bu günlerde.

19 Eylül 2012 Çarşamba

Beşiktaş'la Avrupa Yolculuğum 1/2

Benim ailemde futbolla ilgilenen birileri yoktu. Babam Beşiktaşlı olsa da ne stada gitmişliği ne de oturup maç izlemişliği vardı. Futbolla tanışmam ise sokakta benden 3-4 yaş büyük olan abimin mahalleden arkadaşlarının ayaklarındaki toplara yatarak oldu. Okula başladıktan sonra arkadaşlarım teneffüs aralarında yaptığımız maçlarda attıkları goller üzerinden gol krallığı yarışması yaparken ben forvetin ayağından tertemiz aldığım toplardan tatmin oluyordum. Arkadaşlarım Metin-Ali-Feyyaz olmak isterken ben Atom Karınca Rıza olurdum hep.

Futbol maçlarını, ligleri takip etmeye geç başladım. Dedim ya geniş ailemin futbolla uzaktan yakından alakası yoktu. Sadece komşumuz fanatik Trabzonsporluydu. Bizim katta apartmanın merdivenlerine örtü serer, radyodan lig maçlarını dinlerken bir yandan da çek-çek futbol oynardık. Apartman ışığı sönmesin diye de düğmeyi kürdanla sıkıştırırdık.

Avrupa maçlarını ise ilk kez komşumuzun VCR kasetlerinden izlemiştim. Meşhur Trabzonspor – Aston Villa serisini özellikle defalarca izlemişimdir. Aynı şekilde Lazio serisi ve hakem Antonio Lopez Nieto kasetleri, hikayeleri…

Baba yadigarı sevdiğim takım Beşiktaş’ın ise 1997-1998 Şampiyonlar Ligi performansını gazetelerden okuyabilmiştim ancak. Evde o saatlerde herhalde Ebru Gündeş’in Fırtınalar dizisi izleniyordu. İzlediğimden emin olduğum ilk maç ise Beşiktaşlılığın ilk dersini aldığım 3 – 3’lük Valerenga maçıydı. Görüntülerden daha fazla hissettiklerimi hatırlıyorum. Televizyonun önüne çöktüğümü, maç 3 – 2 olduğunda deplasmanda gol avantajının Beşiktaş’a yarayıp yaramadığını düşündüğümü, bunu hesaplamaya çalışırken 3. golü de yediğimizi hatırlıyorum.

Milenyuma yaklaşırken artık futbol sevgimi evde dillendirir hale gelmiş ve TV’de yayınlanan Şampiyonlar Ligi maçlarında kumandanın hakimiyetini ele geçirmiştim. O dönemde Avrupa Kupalarında varlık gösterebilen yegane Türk takımı Galatasaray’dı. Özellikle sonu UEFA Kupası ile biten 1999 – 2000 sezonundaki Şampiyonlar Ligi maçlarının tamamını izlemiştim. Galatasaray’ın Ali Sami Yen’deki 0 – 5 lik Chelsea mağlubiyeti bir yandan üzerken, diğer taraftan da tam bir Tore Andre Flo hayranı olup çıkmıştım. Milan’a karşı 90. Dakikada atılan penaltıda havalara zıpladığımı, Arsenal’le oynanan UEFA Kupası finalini izlemek için akraba ziyaretine giden aileme karşı isyan çıkarıp evde yalnız kaldığımı, Popescu’nun penaltısından sonra kendimi kaybedip tüm gece camdan tezahüratlara eşlik ettiğimi hatırlıyorum.

2000-2001 yılı ise “Beşiktaş'ın Kura Şanssızlığı” na ilk kez selam durduğum yıl oldu. Şampiyonlar Ligi gruplarında Leeds, Milan ve Barcelona’yı çektiğimizde başımıza gelecekleri aşağı yukarı tahmin etmiştim o yaşta bile. Elland Road’daki Leeds maçında o zaman kadar gördüğüm en feci mağlubiyeti tadarken (sonraki yıllarda beterin beteri varmış dedik gerçi) bir yandan da Flo’dan sonra Viduka’ya da dominant pivot santrafor oyunundan dolayı hayran olmuştum. Ama tabi ki o senenin “çileği” İnönü’deki Barcelona galibiyetiydi. Televizyon başında içimde ufacık bir umutla beklerken her daim gülen kalecimiz Ike Shorunmu daha henüz maçın başında Rivaldo’nun iki pozisyonunu kendine has kurtarışlarıyla bertaraf etmişti. Sonrasında ise İbrahim Üzülmez gerçeği ile tanışmam, Ahmet Dursun’un torunlarına bile anlatacağı bir hikaye ve Pascal’ın topu ayağıyla kafasına çarptırarak attığı gol…

Senelerden 2003’te bu kez Şampiyon ünvanıyla Şampiyonlar Ligi’ndeydik. Bir sene önce bizi UEFA Kupası Çeyrek Finali’nde eleyen Lazio, Abrahamovic’in ilk senesinde adadaki iyi oyuncuları toplayan Chelsea ve Sparta Prag idi rakiplerimiz. Stamford Bridge’de İlhan Mansız’ın yaptığı densizliğe rağmen kalenin önüne otobüs park ederek alınan Chelsea galibiyetinden sonra o zamanki takımın istikrarını da düşününce inanmıştım gruplardan çıkacağımıza. Ama Beşiktaş’tık sonuçta, terslik olmazsa bir sorun var demekti bizim için. Yine yalnız başıma izlemiştim Chelsea maçını. Kulakların Prag’da olduğu maçta “Yeni Sergen” imiz Yasin Sülün’ün yaptığı pas hatası sebebiyle yediğimiz golden sonra bile mevcut skorlarla bir üst tura çıkıyorduk ki dakika 90’da sağ alt köşede Sparta Prag – Lazio maçına bağlandı Star TV. Eminim herkes ekrana yapışmıştır o anda benim gibi. Kullanılan serbest vuruşta hala beddualarımı esirgemediğim Angelo Peruzzi boşa çıktı ve bende geçici bir bilinç kaybı oluşturdu. Bir süre sonra Sadri Alışık’ın “Ofsayt Osman” filmindeki meşhur repliğini sayıklar şekilde buldum kendimi. UEFA’dan devam ettiğimiz o sezonda hemen ilk turdan o sene kupayı alacak Rafael Benitez’in Valencia’sıyla karşılaşmamızı artık hayatın bir döngüsü olarak algılamıştım. Bu tarihten sonraki Avrupa maçlarını daha net hatırlasam da yukarıda bahsettiklerim kadar keyif alamadım. Bu biraz büyüdükçe saf duyguların kaybolmasından, biraz da sağ sütunda gördüğünüz ilk fotoğraftaki adamdan. Devamını bir ara eklerim.

25 Mayıs 2010 Salı

Adriano ve Sergen



Bazı futbolculara çok yüklenilir tüm kamuoyunda. Onlar diğerlerinden çok farklıdır. Allah onlara herkese dokunduğundan farklı dokunmuştur. Nam-ı diğer "The chosen one" dirler. Ancak bunlardan bazıları asla potansiyellerinin zirvelerine erişememişlerdir. Sergen gibi... Ondan bahsedilirken her 10 insandan 9'u mutlaka "İstese dünyanın en iyi futbolcusu olurdu." benzeri cümleler kurar. Bana kalırsa da doğrudur bu. Ama cümledeki vurucu kelime "istese" dir. Doğru ya da yanlış, mantıklı ya da mantıksız bu insanlar en iyi olmak ve bunun için çaba harcamak istememişlerdir. Onların kendi hayat seçimlerini yapmaları bize onlara kızma hakkını verir mi? Sergen dünyanın en iyisi olmak için mücadele vermek istememiş, onun yerine bu zamanını at yarışıyla, kazandığı parayla sevdiği şeyleri yaparak değerlendirmiştir. Veya Adriano Nike reklamlarında ve şık davetlerde görünmek yerine Rio'da arkadaşlarıyla bira eşliğinde muhabbet ve eğlenceyi tercih etmiştir. Adını hatırlamadığım kariyerinde başarılı bir ispanyol oyuncu gençliğinde iyi bir futbolcu olmaya çalışırken ne kadar zorlandığını anlatmıştı bir röportajda. Arkadaşları eğlenceyle günlerini geçirirken kendisinin antrenmandan antrenmana koştuğunu ve bu durumun genç yaşta kendisini zorladığını söylüyordu. Şu an belki de bambaşka işlerde olan o arkadaşlarının yaptıklarından pişman olduklarını kim söyleyebilir ki?

Bu tercihleri yapan oyuncuları kızmak bir yana anlarım ben. Çünkü kendi tercihleridir bu. Sergen kendisi açıklamıştır bu durumu. "Herkes bana dünyanın en iyi futbolcusu olabileceğimi söylüyor. Ama ben bunu istemiyorum ki." Muadili bir cümlesi vardı yanlış hatırlamıyorsam. Ancak bu oyuncular o ülkedeki yeni nesillerin rol modelleri olurlarsa ve aynı zamanda bu oyuncular kariyerleri boyunca çizgisini hep vasatın üzerinde sürdürmüş başarılı sporculardan kat kat fazla değer görüyorlarsa ortada bir sıkıntı vardır .Birkaç yıl önce Beşiktaş altyapısındaki Muhammet örnek aldığı sporcu olarak Sergen'i söylüyorsa orada bir durmak gerekir. Veya Beşiktaş A2 takımının başına yetenekli ama başarısız bir sporcu Sergen Yalçın'ı getiriyorsa bunun adı net bir şekilde hatadır. Başka diyarlardan örnek verirsek Maradona şu an 2010 Dünya Kupası'na Arjantin'in başında çıkıyorsa bu gençlere yanlış mesaj vermektir. Açıkça meali "Eğer iyiyseniz her türlü yanlışı da yapsanız kabul görürsünüz." dür.

Sadede gelirsek bu oyuncular çok yeteneklidirler ancak iyi sporcular değillerdir. Bana göre genç Muhammet Sergen'i izlemeli onun oyunundan birşeyler öğrenmeli ancak ona oyunu, profesyonelliği öğreten Ergün Penbe olmalıdır. Necip kendisine Sergen'i değil Lampard'ı, Ballack'ı örnek aldığı için umudumdur.

Merhaba!


Bir yıldır belirli spor bloglarını düzenli takip ediyorum ve yorumlarımla katkıda bulunuyorum. Tüm bu süreçte hep aklımda olan şey doğru-yanlış gönüllülük esasına dayanan bu bağımsız medyaya katkıda bulunmaktı ancak çeşitli sebeplerle bir türlü bunu hayata geçiremiyordum. Sonunda gücümü topladım ve dünya kupası öncesi startı vermiş bulunuyorum. Şimdilik tek yazar olarak buradayım. Bir süre sonra birkaç arkadaşımın da destekleriyle daha yoğun bir şekilde üzerine düşecek ve bu blogu daha aktif hale getireceğiz.

Okuduğunuz için şimdiden teşekkürler.